İslam coğrafyası son üç yüzyılda, yavaş yavaş başlayan ama giderek hızlanan değişimler yaşamıştır. 20. yüzyılın ilk yarısına gelindiğinde bu değişim zirveye ulaşmış ve Batı’yı taklit etme yolları öyle bir seviyeye varmıştır ki, ilk bakışta bu selin önünde durmanın imkânsız olduğu ve ona karşı koymanın beyhude bir çaba veya açık bir intihar olduğu düşünülmüştür.
Batılı kurumlar, her alanda Müslümanların yerine geçecek yeni bir sınıf yetiştirdi ve yönetim yetkilerini onlara devretti. Eğitim ve terbiye işlerinden sadık olanları uzaklaştırdı. Medya, basın, radyo ve ardından televizyonun kontrolü Batı’ya sadakatini ilan eden ve Doğu’dan kopmuş olan bu sınıfın eline teslim etti.
Bu dönemin görevini İngiliz Oryantalist Elias John Gibb şöyle özetlemiştir: “Bu eğitim, İslam ülkelerini Frenkleştirmenin ve Batılılaştırmanın tek yoludur. Amaç, dine dayanmayan bir görüşü benimseyen bir sınıf oluşturmaktır. Böylece onların topraklarından ayrılabilir ve yönetimi onlara bırakabiliriz. Çünkü bu sınıf, bu topraklarda bizlerin düşüncesinin bir uzantısıdır.”