Bu arada, otorite boşluğu da yeni bir cumhurbaşkanıyla
doldurulmuştu. Cumhurbaşkanının sadık kölesi Hüsnü yerine gelmişti. Saygın,
nüfuslu, güçlü ve kalabalık bir aileden gelmekteydi. Ehli dünya, zevkperest bir
müsrifti. Frenk sevdalısı, gösterişli yaşamı seven bir mukalliddi. Ardında ona
yön veren Avrupai eşi vardı.
Acılar kederler, hüzünler bir yenilerini getirecekti
belki ama hiç bir şey Allah’a isyan edilen bir belde de yaşamak gibi
olmayacaktı. Kurtarılmış çok küçük bir toprak parçası da olsa azadlardı. Azad
olunmuş herşey gibi.
Bu kadim bir ülke olan Mısır'da yaşanılan mazlumiyetin
öyküsüydü. Kadim bir öykü. Yusuf’la başlayan, Musa’yla devam etmiş ve günümüze
uzanan bir öykü. Biçilen rol aynıydı. Rolün kabüllendirilme şekli aynı. Rolü
tasarlayanlar ( zalimler) rolü üstlenenler (dönemin mazlumları) yine aynı. Ve
hikayenin hiç bitmeyecek sonu...........!
Buruk olsalar da artık bir aradaydılar. Ailece
yanyanaydılar. Bir gelinleri daha vardı. İman hanım tebessüm etti;
- Ne ulvi bir duygu değil mi yavrularım?... İKİ ÜLKE BİR
HEDEF!.....